18 Kasım 2008 Salı

“Yalnızlığa dayanırım da, birbaşınalığa asla”

“Yalnızlığa dayanırım da, birbaşınalığa asla”
Sadece bir güne sığar mı sevgililer, sadece bir günle sevgi anlatılabilir mi, sadece bir günde vermek istediklerini verebilir misin sevdiğine? Bunların hepsi bahane, bu dünyada yalnız olmadığını birbaşına yaşamadığını bilmek önemli olan.

Novodeviçi Parkını bir ayrı sevmişimdir hep. Baharın sıcaklığıyla çiçeklenen dalların sudaki yansımasını, yazla beraber coşan yeşil ağaçları ve yavaş yavaş kahverengi paltosunu giyen dalları izlemek bana ayrı bir mutluluk vermiştir. Şimdi de bembeyaz örtüsüyle tüm sevenleri kucaklıyor; nehir üstünde paten yapanları, çocuklarını gezdiren aileleri ve buzun üstünde sevgilerinin vermiş olduğu sıcaklıkla sarmaş dolaş gezen sevgilileri kucaklıyor. Parkın güzelliğine kendimi kaptırmışken önüme iki tane güvercin konuverdi. Diğerinden daha irice ve daha koyu renkli olan, kendisini şişirerek garip sesler çıkartıyor ve daha ufak tefek olanın önü sıra giderek onu sıkıştırmaya çalışıyordu. Belli ki aşık olmuştu ve kendisini aşık etmek için kur yapıyordu. Kendisini kabarttıkça kabartıyor, herkesin aşık olduğunu anlamasını istercesine sesini yükselttikçe yükseltiyordu. Dişi olansa kendisini ağırdan satacak ya, hafif hafif yükselip sekiyor, az biraz ilerde yine sevgilisinin ona kur yapmasını bekliyordu. Onlara dalıp gitmişken “Я Тебя люблю Ксеня-Seni Seviyorum Ksenya” diyen bir ses, sessizliği delip geçti. Elinde üç tane kırmızı gülle; güzelliğinden oldukça emin, ağır ve edalı adımlarla yürüyen 15-16 yaşlarındaki bir genç kızın peşinden koşan bir Rus delikanlısının sevgisini haykırışı parktaki herkesi birden onlara kilitlemişti sanki. Affedilmeyi ya da aşkının kabul edilmesini bekleyen bu Rus delikanlısının haykırışı herkesi büyülemiş ve neler olucağını öğrenmek için park ahalisi sabırsızlıkla güzeller güzeli genç kızın cevabını bekliyordu. Herkes onları izleye dursun benim gözlerim, soğuktan yanakları kıpkırmızı kesilmiş, altlarındaki bezden dolayı badi badi yürüyen ve bize sevginin en masum, en güzel halini gösteren iki ufaklığa takıldı. Annelerinin boş ittiği pusetlerinin önü sıra elele tutuşmuş, kendi boylarındaki karlara bata çıka yürümeye çalışan; ama düşmemek için de birbirlerinin ellerini sıkıca kavramış iki ufaklığa. İşte o anda hiçbir canlının bu koca dünyada yalnız yaşayamayacağına; bir dost eline, bir sevgilinin dokunuşuna, bir güzel sevgi sözcüğüne ne kadar çok ihticayı olduğunu daha iyi anladım. Ve kulaklarımda Can Yücel’in şu dizeleri çınladı:

“Yalnızlığa dayanırım da, birbaşınalığa asla. Yaşlanmak hoş değil duvarlara baka baka.
Bir dost göz arayışıyla. Saat tıkırtısıyla...
Korkmam, geçinip gideriz biz mutluluğuyla, Ama;
‘Günün aydın, akşamın iyi olsun’diyen
Biri olmalı Bir telefon sesi çalmalı arasıra da olsa kulağımda.
Yoksa, zor degil, hiç zor değil,
Demli çayı bardakta karıştırıp,
Bir başına yudumlamak doyasıya, Ama;
‘Çaya kaç şeker alırsın?’Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra...”

2 yorum:

Unknown dedi ki...

gerçekten haklısın ... Boşa dememişler ... Yalnızlık ALLAH'a mahsustur diye ...

citlembik dedi ki...

Değerli yazılarından biri daha. Bu tarz konuların anlatımında seni oldukça başarılı buluyorum çünkü son derece akıcı bir üslübun var. Cümleler ardı ardına kaleminden nasıl içten dökülüveriyorsa aynı içtenlikle de bize geçerek bir solukta okumamızı sağlıyor. İşte bunu seviyorum. Sevgiyle kal.