18 Kasım 2008 Salı

Bu benim ayıbım mı, düzenin mi?...

Yaşlanmak; belki de hepimizin çekindiği, korktuğu bir gerçeklik. Aynı doğmak ve büyümek gibi, o da hayatın ta kendisi. Ama asıl önemli olan yaşlandığında nasıl, nerde, kimlerle olacağın. Nasıl bir yaşlılığın seni beklediğini bilememek en büyük soru işareti belki de bu. Tüm gençlik yıllarımız boyunca bunun için çalışırız, işten elimizi eteğimizi çekme yaşımız geldiğinde rahat bir şekilde yaşamamızı sağlayacak olanaklara sahip olabilmek için. Peki ya bunu yapmak isteyip de yapamayanlar...

İnce, naif bir ses, Ayça Çalımer’le mi görüşüyorum diyor. “Ben konser biletlerinizi getirecek olan kuriyerim, kaçta evde olursunuz?” diye sözlerine devam ediyor. Konuşmasının inceliğinden oldukça etkilenen; ama bir o kadar da şaşıran ben, ortalama bir saat söyleyerek telefonu kapatıyorum. Adresin tam anlaşılamaması üzerine iki defa daha aynı kişiyle telefonda konuştuktan sonra bu kişinin kuriyerlik işine yeni başlamış, oldukça çekingen bir genç kız olduğuna kanaat getiriyorum. Anlaştığımız saat ve yerde kuriyerimle buluşmak üzere yola koyulduğumda telefonun karşı tarafındaki sesin zarifliği yol boyunca benimle beraber geliyor. Buluşma noktasına geldiğimde gözümde canlandırdığım gibi bir genç kız yerine elinde konser bileti zarfıyla bekleyen belki görüntüsünden daha genç ama en az 70-75 yaşında gösteren bir “teyze” karşılıyor beni.

Soğuktan buz kesmiş ellerini eldivenlerinin içinden çıkartırken ki göstermiş olduğu özeni, zarfın içindeki biletleri bana uzatırken ve gerekli belgeleri imzalatırken de sürdürüyor. “Eller insanın aynasıdır” deyişi kulaklarımda yankılanıyor birden. Soğuktan, yaşlılıktan ve belki de en kötüsü hayatın zorluğundan buruşmuş bu eller, “ben bir zamanlar kaç tane erkeğin gönlünü çaldım, ne şiirler yazıldı benim için” der gibi, zarif, naif ve güzeldiler. Uzun süren çekingenliğimi atıp bu yaşlı hanımefendinin yüzüne bakmaya cesaret bulduğumda, gözlerindeki bakış beni karşısında daha da ezik bir hale getiriyor. Her şeye rağmen o güler yüzündeki sevecen yaklaşımıyla birden kendisinin torunuymuşum hissini veriyor bana; ama bununla beraber de gelen bir utangaçlık duygusunu. Düşünün bir kere bu yaştaki bir insan, torunu yaşındaki birinin ayağına kadar gidiyor ve onun o saatte gelme bu saatte gel şımarıklığını çekiyor! Büyük ayağına çağrılmaz, yaşlılara her zaman hürmet göstereceksin, onlara saygıda asla kusur etmeyeceksin ve daha bunun gibi nice sözlerle yetişen ben, anneannesi-babaannesi yaşındaki bir teyzeyi ayağına kadar çağırıp ona kuriyerlik yaptırıyor! Acaba gerçekten bu benim ayıbım mı, yoksa buna neden olan düzenin ayıbı mı?!

Gözlerine bakmaya cesaret bulduğum ilk anda, bakışlarındaki yumuşaklık ve sözlerindeki nezaketlikle, zarifliğiyle “insan ne oldum değil ne olacağım” deyişini bir kez daha bana hatırlatmış oluyot. Gençliğinde böyle bir yaşlılık hayal etmemişti belki de, bir zamanlar paraya para demezken bir gecede bütün varlığını kaybederek torunlarıyla sıcacık evinde oturup, ona hizmet edilmesini bekleyeceği yaşta o başka insanların ayağına hizmet götürmeye gideceğini düşünmemişti! Hangimiz böyle bir yaşlılık hayal ediyor ki...

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Zaman kör bir testere gibi bizden hep birşeyler yontuyor ... Tabi ki gençlikte gelecekle ilgili birşeylerin hazırlığını yapmalıyız ... Ama sosyal devlet anlayışı diye de birşey var canım !!!

citlembik dedi ki...

Ah işte bu hikayeye taparım. Hikaye dedim çünkü senin yaşadığın bir olay kaleminden çıktığında artık bizim için hikayeleşmiş oluyor. Tek kelimeyle muhteşem. Teşekkürler ...