18 Kasım 2008 Salı

Tezatlar Ülkesi’ne hoşgeldiniz!

Dans; hem sosyal eğlencelerin en estetik olanı, hem de estetik unsuru içeren eğlencelerin en sosyali. Dans; yalnızca yaşamın bir yansıması değil, aynı zamanda yaşamın kendisinin bir yorumu gibidir sanki. Dans etmek; bazıları için insanı hayata bağlayan bir tutku, bazıları için de utangaçlığın, çekingenliğin kendini gösterdiği en üst nokta. Sanırım ben bu birinci insan grubunun içine giriyorum. Hani “kapı gıcırdıtısına oynar” deyimi var ya, tam benlik! Ama öyle boş boş dans etmek değil; stiliyle, koreografisiyle, insana verdiği yaşama sevincinin bilincinde olarak dans etmek. Aslına bakarsanız Moskova, bunun için biçilmiş kaftan! Sanata verdiği önemle, yetiştirmiş olduğu sayısız ünlü balerin ve dansçılarıyla Moskova, dansı izlemeyi, öğrenmeyi, pratik etmeyi sevenler için bulunmaz bir yer! Ama bir de içine girdikten sonra görmeli...

Lindy Hop, 1920’lerin sonunda ABD’de ortaya çıkan ve jazz müziğinin swing döneminde, özellikle büyük orkestraların ortaya çıkmasıyla ortalığı kasıp kavuran bir dans türü. 1927 yılında Charles Lindbergh’in (Atlantik aşırı uçuşu ilk gerçekleştiren Amerikalı pilot)Atlas Okyanus’unu uçarak geçmesine ithafen “Lindy Hop” ismi verilen bu dans, tıpkı jazz da olduğu gibi köklerini Avrupa ve Afrika geleneklerinden alıyor. Sosyal olarak yapılan bu dans türünde gösteri amaçlı yapıldığında karakteristik olarak “aerials”lara yer veriliyor ( havada parende atmak, bayan partneri işaret parmağıyla havada çevirmek, bacak arasından atmak gibi...) Eminim 50’li-60’lı yılların gençleri hemen nasıl bir dans olduğunu anlamış ve hatırlamışlardır. Lindy Hop, Jitterburg ve Boogie-woogie danslarının tümünü kapsayan “Jive” 20’li yılların sonunda başlayıp 40’lı yılların sonuna kadar devam ettikten sonra yerini daha sıkça duyduğumuz “Rock’n Roll’a” bırakıyor.

İşte ben de bir swing ve rock’n roll delisi olarak Moskova’da bunu pratik edebileceğim, daha doğrusu sıfırdan, tekrardan her şeyiyle öğrenebileceğim bir dans okulu araştırmaya başladım. Araştırmalarımın sonucunda da işe, bu işin alfabesi olan Lindy Hop’la başlamam gerektiğini öğrendim. Sırayla; lindy hop, swing ve rock’n roll. Açıkçasını söylemek gerekirse çok da fazla bu konuyla ilgilenen dans okulu bulamadım. İnternetteki araşatırmalarımın sonucunda karşıma üç farklı okul çıktı; ancak sadece bunlardan bir tanesinin ingilizce tanıtımı da vardı. Hatta içeriğinde yapmış oldukları aktivitelerden fotoğraflar, ders programları-tarihleri geçmiş olsa bile- swing müziğinden örnekler vb... gibi birçok bilgiyle karşılaştım. Diğer ikisinin internet sayfası ise; tek ana sayfa şeklinde adres bilgileri, telefon numaraları ve swing dansıyla ilgili bir kaç fotoğraftan ibaretti; ancak telefon numaraları kullanım dışıydı. Elimde kalan tek seçeneği arayıp derslerin devam edip etmediğini, ücretini, ders programlarını öğrendikten sonra, eşimi de kandırarak beraber akşam saat 9’daki derse gitmek için yola koyulduk. Aldığım adres doğrultusunda ilerlerken Tsvetnoy Bulvar’da ara sokaklarda bir apartman dairesinde bulduk kendimizi. Kapıdaki gençlerden swing dans klubünün orası olup olmadığını teyit ettikten sonra içeri girdik. İçeri girer girmez kesif, ağır bir koku kapladı her yerimizi. Yürüdükçe, yaklaşan bu kokunun soyunma odasından geldiğini anladık. Soyunma odası dediğime bakmayın, toplasan 10 adımlık bir yer; aykkabılar gelişi güzel atılmış; paltolar sadece bir tane askılık olduğu için ve herkesin eşyasını alamadığı için yerlerde, çantalar ortalıkta. Kısaca tam bir kaos ve güzel kokular mekanı! Ayakta durabilmek ancak tek ayak üstünde mümkün! Paltolarımızı, çantalarımızın üzerine bırakıp içeri salona doğru ilerlemeye başladıkça bu sefer burnumuza soğan ve sarımsakla karışık kızartma kokuları gelmeye başlıyor; çünkü o sırada mutfağın yanından geçiyormuşuz. Mutfak tam evlere şenlik, şıp şıp akan musluk, paslanmış demir bir masa, yağ içinde bir ocak; ne isterseniz var. Neyse sonunda dansın yapıldığı alana geliyoruz. Pist diye adlandırabileceğim alanda, maksimum 20 m2lik bir yer, aşağı yukarı 25 kişi lindy hop dansının kaydırmalı ayak hareketlerini yapmaya çalışıyor. Tabi bunu yaparken öğrencilerin birbirini ezmesi kaçınılmaz! Dersin sonuna doğru yorulup oturmak istediğim koltuk ise, bana “dinlenmek yasak” dercesine oturur oturmaz beni yere atıyor; çünkü kırık ve içinden süngerleri dökülüyor. Ders bitiminde tuvalete gidip yüzümü yıkama isteğim, gördüğüm görüntü ve duyduğum koku karşısında böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmemem gerektiğini söylüyor. Eşim hala akıllanmadın mı diyen bakışlarla, geçen senelerdeki buna benzer başka bir dans okulunda yaşadığım deneyimimi hatırlatıyor bana! Stariy Arbat’ta çok ünlü eski bir balerinin açmış olduğu bir dans okulu! Orasının burdan tek farkı bizim kalorifer dairesi diye adlandıracağımız, tavanından kalın ve kocaman boruların geçtiği yaklaşık 70 m2lik bir daire olması.

Uzun lafın kısası bir dans macerası daha tarihin tozlu sayfalarına kalkıyor; ama vazgeçmek yok! Burada beni asıl düşündüren nokta, Moskova gibi sanatın, dansın, balenin başkenti denebilecek bir şehirde, bu kadar talep olmasına rağmen, bu tür yerlerin nasıl bu şekilde bakımsız ve özensiz kalabiliyor olması. Tezatlıklar Moskova’da her yerde ve her şey de olduğu gibi burda da karşımızda. Ne diyebilirim ki, kelimenin tek anlamıyla tezatlar ülkesinde yaşıyoruz!

Hiç yorum yok: